Birçok insan için öğle yemeği, günün en sakin ve huzurlu anlarından biridir. Ancak, 12 Eylül’de yaşanan deprem, bir grup çalışanın yemekhane seansını dakikalar içinde kaosa dönüştürdü. O an, sadece yemeğin değil, insan ruhunun da sınandığı bir an oldu. Bazı çalışanlar depremin dehşeti karşısında bayılırken, kimileri panikle bir çıkış yolu aradı. Fakat sıradışı bir cesaret gösteren bir çalışan, yemeğini ve masası etrafındaki arkadaşlarını bırakmayı reddetti. Bu olay, yemekhanede sadece fiziksel bir deprem yaşanmadığı, aynı zamanda ruhsal bir direnişin de bir parçası olduğu gerçeğini gözler önüne serdi.
Depremin şiddeti aniden herkesi etkisi altına aldı. Yemekhane tavanından dökülen çatlak sesler, duyulmaya başladığında birçok çalışan için refleksif bir kaçış planı devreye girdi. Kimi çalışanlar, korkunun etkisiyle bayıldılar. Camların kırılması ve sandalyelerin devrilmesi, ortamı daha da buhranlı bir hale getirdi. İşte bu noktada, psikolojinin devreye girdiği olaylar sırayla yaşandı. Herkesin gözünde korku ve panik vardı; ancak bir kişi, diğerlerinden farklı bir tepki vererek yemek masasında kalmayı tercih etti.
Bu cesur çalışan, olay anında yemek tabağındaki kalanı son bir lokma olarak değerlendirdi. "Açık havada ne yapabilirim ki? Yemek varken neden dışarı çıkayım?" diyerek bu durumu özetledi. Onun bu sunduğu tutku, diğerlerine farklı bir bakış açısı sunmuş olabilir. Yemek, hayatta kalmanın, var olmanın ve günlük rutinlerin önemli bir parçasıdır. İşte bu nedenle, o an o yiyeceği bırakmamak, ruhsal bir mücadeлейa yerini savunma içgüdüsüne de işaret ediyordu. O kişi için o an yemek, sadece bir karın doyurma aracı değil, aynı zamanda bir güvenlik alanıydı.
Deprem sonrası yemekhane, korku dolu anların ardından bir çeşit dayanışma ve toplumsal direniş hikayesine dönüştü. İnsanlar, birbirlerine karşı olan dayanışmaları doğrultusunda, olayın geçmesini beklerken birbirlerine destek oldular. Yemeğini bırakan çalışan, ilk başta komik bir durum gibi görünse de, aslında derin bir insan psikolojisinin yansımasıydı. O andaki atmosferde yemeğini bırakmamak, insanları birbirine bağlayan bir sembol haline geldi.
Sosyal medyada bu olay hızlıca yayıldı ve "yemek bırakmayan cesur çalışan" hikayesi, büyük bir yankı uyandırdı. Diğer birçok kullanıcı, benzer durumlar yaşadıklarını paylaştı. Kimi insanlar, "ben de panik yaptım ama yanımdaki arkadaşımın kahvesini bırakmadım" şeklindeki anekdotlarıyla bu olayın toplumsal anekdotlarını geliştirerek bir bilinç oluşturdu. Toplum olarak dayanışmanın ne kadar önemli olduğunu bir kez daha gözler önüne seren bu anılar, olayın sadece bir deprem olayı olmadığını, insan ilişkilerindeki sevgi ve dayanışmanın ne denli güçlü olduğunu gösterdi.
Sonuç olarak, yemekhanede yaşanan bu deprem anı, sadece anlık bir kriz durumu değil; insanlığın dayanıklılığının bir örneğidir. Bu olayın ardından herkes panik içinde düşüncelerini sorguladı ve böyle bir durumda ne yapmaları gerektiğine dair görüşmeler yaptılar. Bu tür olaylar, toplumlardaki fitness, uyum ve dayanışma kaynaklarının ne denli önemli olduğunu bir kez daha hatırlatıyor. Çünkü zor zamanlar, insanları bir araya getiren en büyük etkenlerden birisidir ve bu deprem anı, insanların birleşerek dayanma gücünü bulmalarına neden olmuştur.